Yaralıştan Alıntılar
Yaratıcılar Emirleri ve Pinhan’ın Yaratılışı
Zamanın başlangıcında; -ne varlık -ne canlı -ne ölüm -ne gece -ne gündüz vardı…
Sadece zamanın içinde süzülen sonsuz boşluk ve sonsuz boşluğun içinde süzülen zaman vardı…
Zamanın başlangıcından önce de sadece ve yine her daim Magus’un gücü vardı…
Yaratıcılar, Magus’un gücünü kendilerine kattıktan sonra zamana dâhil olmayı seçtiler. Onlar için artık zaman, göreceliydi. Böylece hem zamansızlıkla hem de zamanla bir olup, güçlerinin üst seviyesine ulaştılar. Zamana dâhil oldukları sürece de güçleri daha verimli olmaya başladı.
Bir zaman sonra dört görkemli tahtın bulunduğu gizli cennetlerinden yavaşça ayrıldılar. Ardından da galaksiyi ve içindeki yıldızları, gezegenleri, dünyaları ve uyduları yaratıp, O’nu “Pinhan” diye çağırdılar. Bu sayede daha da güçlenip, daha yüce varlıklar haline geldiler.
İlk adımı Zulnarox attı;
Yarattıkları galaksiyi çevrelesin diye dört ayrı kale ve bu kalelerin her biri için de dört farklı kule yarattı. Ardından Pinhan’ı saklamak için sevgiyle kendi özünden bir pay verdi. Bu sayede Pinhan’ı gizlemiş olacak ve kardeşleriyle beraber güvende olacaktı.
İkinci adımı Stainos attı;
Pinhan’daki gezegenleri, dünyaları ve uyduları yarattı. Daha sonra kardeşi Zulnarox’a yıldızları bahşetti. Innur-da’ya ise yıldızlara ışığını bahşetmesi için izin verdi.
Son adımda Innur-da geldi;
Hayat ve aydınlık için yıldızlara saf ışığını verdi. Hem canlılar yaşayabilsin hem de galaksiyi çevreleyen dört kale, ışıkların ardında saklanabilsin ve yaratılanlar bunu bilmesin diye. Ardından kalelerin ötesinde, sonsuz boşluğa uzanan ışığı kesti. Böylece Pinhan ışığın ve karanlığın arasında duracak ve Yaratıcılar, yaratacaklarıyla beraber daha da güvende olacaktı.
Böylece Innur-da’nın aydınlığı ve Zulnarox karanlığı, Stainos’un huzurunda dengelendi ve geceyle gündüz meydana geldi.
Dengenin kurulması varlığın oluşmasına izin verecekti. Önce ruh gelecek, ardından varoluş gerçekleşecekti.
Zaman ilerledi ve Yaratıcılar ilk kararını verdi. İki temel varlık yaratacaklardı. Biri tohumlanan, diğeri de tohumu atacak olandı. Tohumun büyümesi ve uyanması ise vakit alacaktı. Tıpkı hayatın ve doğanın kendi gibi… Böylece hem çeşitlenebilir ve gelişebilir olacaktı hem de bu gelişim kontrol altına alınacaktı.
Zaman geçmeye başladı ve Yaratıcılar kendilerine hizmet etsiler diye her biri kendi Gardiyanlarını (Muhafız veya Ulak şeklinde de deyiş yapılabilir) yarattı. Böylece yaratılış süreci tamamlanacak ve yaratılan tüm varlıklar Yaratıcılarının isteklerini bileceklerdi.
Yaratıcılar Gardiyanlarına öyle bir ifade bahşetti ki, onları gören varlıklar kim olduklarını bilecekti. Başlarının üzerinde isimleri yazarmışçasına bilinir oldular. Ve dediler ki “İsminizi söylemenize gerek kalmayacak… Var olduğunuz sürece, herkes sizi veya simgenizi tanıyacak!”
Zaman geçti… Hayat şekil aldı, varlıklar gelişmeye ve üremeye başladı. Böylece her bir Gardiyanın yeni emirleri de belli oldu.
İlk inenler Stainos’un birkaç Gardiyanı oldu. Bunun sayesinde zaman ve hayat verimli kullanılmaya, gelişim gözle görülür bir hal almaya başladı. Gezegenlerdeki varlıkların çeşitlilikleri arttı ve farklılıklar oluşmaya başladı. Varlıkların çok çeşitli oluşu Yaratıcıları çok daha güçlü kılmaya başladı.
Düşünebilen ve gelişim gösteren bütün varlıklara insan (Ölümlü) denildi. Ancak her bir cinsin diğerlerinden ayrılması için özel isimler bahşedildi.
Ve böylece hem farklı lisanlar hem de evrensen ortak bir lisan ‘Duuru’ oluştu...
Uzun zaman sonra Stainos, varlığı Innur-da’nın kontrolüne bıraktı, kendi Gardiyanlarını geri çekip, dinlenmeye çekildi. Böylece gelişim daha da hızlandı. Innur-da ise bundan çok memnun kaldı ve kendi Gardiyanlarını dünyalara indirdi. Stainos ise sırra kadem bastı ve nereye gittiğini kardeşlerine söylemedi ki zaten açıklama yapmak zorunda da değildi.
Zulnarox Stainos’un gidişini fark etmişti ancak Innur-da yüceliğine olan düşkünlüğüyle öylesine meşguldü ki bu gidişi anlamamıştı bile. Zulnarox ise Innur-da’nın bu yükselişine imreniyor, yaptığı onca şeyden sonra unutulmaya başlandığını düşünüyordu.
Zaman geçiyor ve hayat şekil alıyordu. Yıldızlar ve dünyalar harmoni içinde bir oluyordu. Özellikle insanlar, Gardiyanların kılavuzluğunda ilerliyor ve gelişiyordu. Innur-da’nın kontrolünde olan her şey beklentinin üzerinde bir hızla gelişiyordu.
Zulnarox kıskançlıktan tükenmek üzereydi. Çünkü insanlar gündüz için Innur-da ya, nimetler için ise Stainos'a şükrediyordu. Ama gece için şükreden kimse duyulmuyordu. Hâlbuki onlar bilmese bile yaşayabilmeleri ve güvende olmalarının en temel sebeplerinden birisi de kendisiydi.
Hayaller ve düşlere dalıyor ve dinlendikleri vakitlerde bile yaratıcı yönleri gelişiyordu. Zihinleri bu şekilde de besleniyor, uyandıklarında bunları gerçekleştirmek için çabalıyorlardı.
Çok öfkelense de bu öfkesini kalelerinin ardında gizledi Zulnarox. Uzaktan, sonsuz karanlığın içinden hayatı, insanları ve dünyaları izledi. Daha da kibirlendi, daha da hırslandı ama sessizliğini hiç bozmadı.
Innur-da’nın Gardiyanları her gezegende kendileri için özel insanlar seçmeye başlamıştı ve diğer insanlara ilgi göstersinler diye onları kutsayıp yükseltiyorlardı. Bu sayede Innur-da’nın etkisi daha da çok artıyordu. İnsanların bazıları kendilerini Innur-da’ya adadılar ve onun gücüne sığındılar.
Bir süre sonra, bazı insanlar Innur-da’ya karşı memnuniyetsizlik duymaya başladı. Zulnarox ise istifini hiç bozmamıştı. Sadece merak ediyordu. “Acaba yüzlerini gerçeğin diğer yarısına ne zaman dönecekler?” diye.
Ancak beklediği olmadı ve Innur-da’dan uzaklaşanlar kendisine değil, Stainos’a dönmeye başladı. Bir süre sonra Stainos bu çağrılara karşılık verip geri döndü. Ardından Gardiyanlarına; O’na itaat edenleri kutsamalarını ve güç bahşetmelerini istedi. Bu sayede insanlar bereket içinde daha ılımlı ve dengeli bir şekilde gelişmeye devam etti. Bilgi daha hızlı, eşit ve faydalı bir şekilde yayılıyordu.
Stainos’un Gardiyanları da daha nadir ve daha özel insanlar seçmeye ve kutsamaya başladı. Artık Stainos’un seçilmişleri de tıpkı Innur-da’nın seçilmişleri gibi, öğretilerini yaymaya başlamıştı.
Tüm bunları gören Zulnarox, dünyalara kendi Gardiyanlarını gönderdi. Böylece ilahi gücünü O da insanlara aktarabilecekti. Lakin sonuç beklediği gibi olmadı. Neredeyse yaşayan hiçbir insan onun Gardiyanlarını diğerleri gibi umursamadı.
Ve sonunda Zulnarox sessizliğini bozdu. “Ben var oluşun diğer yüzüyüm. Yok sayılamam!” Kara Kulelerin ardından yükselen bu hece yıldızlara ve dünyalara ulaştığında adeta kıyamet koparmışçasına bir gök gürültüsü duyuldu… Ve Zulnarox, Gardiyanlarına: “Bize inanmayıp şükretmeyenlerin adına… Seçilmiş olanların yarısını öldürün ki diğerlerine ibret olsun…” diyerek hükmünü bildirdi.
Innur-da karanlığın ardından bir emrin geldiğini anlamış ancak bunun ne olduğunu görememişti. Kendi ışığına ve yüceliğine olan tutkusu o kadar yüksekti ki, adeta bağnazlığa dönüşmüştü. Sanki hiçbir şey onun kontrolünün dışında olamazmış gibi…
Zulnarox’un Gardiyanları hariç hiçbir Gardiyan bu heceleri idrak edemedi.
Zulnarox’u ve Gardiyanlarını hiçe sayanların sebep oldukları yüzünden sadece insanlar değil, Yaratıcıların yarattığı ve canlı olan her şey için artık sadece keder ve yitip gitme vardı…
Artık zaman, bütün canlıların yürümeye mahkûm edildiği bir yol olmuştu,
Artık keder ve ölüm her yere ulaşmıştı.
Artık rüyalar, kâbusa dönüşebiliyordu.
Zulnarox’un hükmü öyle güçlüydü ki, çok uzun bir süre boyunca kibir, öfke ve hırsla içinde büyümüştü.
Stainos verilen bu hükümlere karşı sessizliğini korudu.
Innur-da ise asla taviz vermedi.
Yıllar geçtikçe canlılar ve hatta seçilmişler bile kutsal güçleri taşımalarına rağmen ölmeye, yitip gitmeye, yok olup gidenlerin ruhları yavaş yavaş Magni Thronum’un altında, Char-Tura’da toplanmaya başlamıştı.
Bir süre sonra hüküm meyvesini vermiş, Stainos ve Innur-da’dan hoşnut olmayanlar Zulnarox’a dönmeye başlamışlardı.
Zulnarox ise, bu durumdan öyle memnun kalmıştı ki, Gardiyanlarına O’na itaat edenleri kutsamalarını ve diğerlerinden çok daha fazla güç bahşetmeleri hükmünü vermişti.
Artık insanlar için üç farklı kutsal güç vardı;
Kimi insan Yaratıcılar tarafından, kim insan Gardiyanlar tarafından kutsandı. Ve bazıları Gardiyanlar tarafından elçi olarak ilan edildi. Yaratıcıların ve Gardiyanların elçileri…
Bu üç kutsal gücün birbirine saygı gösterdiği nadir yerlerde ortak tapınaklar inşa edildi ve bu tapınaklara ‘Üç Kule Tapınakları’ denildi.
Birbirine saygı göstermeyen taraflar ise çoğunluktaydı ve tüm bunlar inanç savaşlarına sebep oldu.
Thronum-de Pugna!
Yıldızlar ve dünyalar yaratıldıktan sonra Yaratıcılar kendilerine yardım etmeleri için özlerinden pay vererek Gardiyanlarını yarattı. Her bir Gardiyan, efendisinin güç zerrecikleriyle ödüllendirildi. Bu sayede var edilen dünyalarda yaşayan insanlar, onların sözlerini ve isteklerini çok daha kolay idrak edebileceklerdi.
Başlangıçta Gardiyanların, efendisinin izni olmadan bir şey yapması yasaktı. Sadece onların buyruklarını yerine getiriyorlardı. Çünkü var edilen dünyalar ve bu dünyalar için yaratılanlar çok yeniydi. Zaman geçiyor, Gardiyanlar Yaratıcıların istek ve öğretilerini yaymaya devam ediyorlardı. Aslında her bir Gardiyan, diğerinin bir parçası gibiydi. Çünkü en tepede bulunan efendileri üç kardeş gibiydi. Onlarda tıpkı efendileri gibi kendi içlerinde bir o kadar zıt, ayrı ve özgün sayılırlardı. Sonuçta bütün Gardiyanlar efendilerinin kendi özlerinden yaratılmıştı.
Zamanla, dünyaların oluşumları sırasında bazı Gardiyanlar efendileri tarafından verilen vazifeleri kendi içlerinde sorgulamaya, yanlış bulmaya ve hatta kendi yaratılış amaçlarına ters düşmeye başladılar. Kimisi, efendilerini kendi içinde yargılıyor, kimisi kendisini istediği gibi ifade edemiyor, kimisi yeterince özgür hissetmiyor, kimisi de arzularını basitçe bile yaşayamıyordu. Hatta bazıları efendilerinin emirlerini anlamlandıramıyor, bazıları da kendini çok bastırılmış hissediyordu.
Magni Thronum’da, Gardiyanlar arasında aşk da yasaktı ve bunun cezası çok ağırdı. Ancak Gardiyanların gezegenlerde ve dünyalarda aşk yaşaması yasak değildi. Yine Magni Thronum’un kuralları gereği bu aşktan doğacak bir çocuk veya çocuklar olursa; çok uzun süreler varlığını sürdüremez veya Magni Thronum’a getirilemezdi. Gardiyanlar için çocuk sahibi olmak büyük bir sorumluluk, hepsinden öte ağır bir bedel demekti. Aslında burada bile bir öğreti vardı ancak ne olduğu evlat sahibi olana kadar idrak edilebilecek bir şey değildi.
Zamanla bunun gibi daha nice huzursuzluklar ortaya çıkmaya devam etmişti. Ancak hiçbiri bu yaşadıklarını bir başkasıyla paylaşmıyordu. Zaman geçmeye devam ediyor, dünyalar gelişiyor ve bütün varlıklar neredeyse oluşumunu tamamlıyordu. Medeniyetler kuruluyor; bütün Gardiyanlar vazifelerini fiilen gerçekleştiriyordu -peki ya bazıları? Ruhen kendilerini doğru hissediyorlar mıydı?
En sonunda bir şey olmaya başladı; Zulnarox’ un ‘İbret’ emrinden sonra kader ve ölüm bütün canlıları etkilemeye başladı. Gardiyanlar, Zulnarox’un bu emrinden etkilenmemişti çünkü özleri Yaratıcılarından geliyordu. Ancak emek verdikleri çoğu şey solup gitmeye ve hatta ölmeye başlamıştı. Zulnarox’ un bazı Gardiyanları bile bu emir yüzünden yaptıklarından pişmanlık duyabiliyordu.
İşte bu olaydan bir süre sonra önce efendisini, sonra da kendisini sorgulayan Gardiyanlar arasında değişik bir bağ kurulmaya başladı. Farklı Yaratıcıların Gardiyanları da olsalar, sanki aralarında bir iletişim oluşmaya başlamıştı. Birbirlerini de bu sayede tespit edebiliyorlardı. Sanki bilinmeyen bir şey onların bu bağı kurmasını sağlamıştı.
Garip bir şekilde bu bağları daha da güçlenmeye başladı. Artık kalben iletişim kurabiliyorlardı. Daha sonra kendi aralarında toplanmaya ve yaşadıklarını paylaşmaya başladılar. Bu konuşmalar da bir süre sonra ufak taraflaşmalara neden oldu. Efendilerinin buyruklarına zıt düşenler, kararsız olanlar ve sorgusuz itaat edenler birbirinden ayrıştılar. Tabi ki bütün bu olanlar da peşinden kavgaları getirmeye başladı.
Çok geçmeden Magni Thronum’un sonsuzluğunda sesler yükselmeye ve yankılanmaya başladı. Bir tarafta itaatkâr olanlar, diğer tarafta isyancılar ve hepsinden uzak duranlar…
Innur-da ve Zulnarox, bu kavgaya müdahale etmek istedi ancak Stainos’un kendilerine verdiği buyruk yüzünden müdahale edemediler. Stainos yaklaşmakta olan şeyin gerçekleşip, savaşın çıkmasını bekliyordu. Bu savaş gerçekleşmeliydi! Stainos, kardeşlerinin göremediği birçok şeyi ve hatta bunun da ötesini görebiliyordu. Olayların bu noktaya geleceğini zaten biliyordu ama sessizliğini sonuna kadar korumuştu.
Sonunda, zamanın bir anında, Magni Thronum ‘un tam ortasında; Tahtların tam önünde isyancılar ve itaatkârlar, iki bağnaz taraf olarak karşı karşıya geldiler. Bir de her birinden uzak duranlar vardı.
O derin sessizliğin içinde Desalatus efendisi Innur-da’nın gözlerine baktı. Ardından beklenmedi bir hızla Auradus’a doğru sağ elindeki mızrağı fırlatarak. Artık ilk hamle yapılmıştı. Ancak bu, öldürücü olmayan, tam tersine kasten yapılmış bir hamleydi. Çünkü Auradus’un savaş narası diğerlerini harekete geçirecek en büyük etkiydi. Büyük bir savaş meydana geldi ve en sonunda isyan eden Gardiyanlar, Yaratıcılar katından sürgün edildi. Göklerin ötesinden aşağıya doğru düştüler ve uzak yerlere dağıldılar.
Savaş anında ve sonrasındaki yargılamalarda neler yaşandığı ise bir sır olarak bilindi.
Göklerdeki Kara Kuleler ve Innur-da’nın İlk Göz Yaşları
Magni Thronum’un Yüce Lideri Stainos emretti;
-"Bu kaleler Mavi Ateş ile mühürlenecek ve Mavi Ateş bu kalelerde var olduğu sürece emir ve yargı bende olacak". İşte bu şekilde kaleler mühürlenmişti…
Pinhan’ın yaratılışı sırasında dört farklı kale ve her bir kale için dörder kule yaratan Zulnarox, bunların içini boş bırakıp tekrar Pinhan’ın yaratılışına geri döndü. Daha sonra Innur-da geldi ve kalelerin içine askerlerini nöbete dikti ama o askerler dışarıdan görünmesin diye ışığını bahşetmedi. Ardından kalelerin ötesine uzanan ışığı da kesip Pinhan’ın yaratılışına geri döndü. En son Stainos geldi ve Innur-da’dan pay alarak kaleleri Mavi Ateş ile mühürledi.
Vakit geçti ve Pinhan tamamlanmaya başladı.
Vakit geçti ve Zulnarox’un ‘İbret’ heceleriyle ölüm var oldu.
Vakit geçti ve Gardiyanlar düştü.
Vakit geçti ve yaratılan dünyalarda aydınlık ile karanlık arasında büyük savaşlar çıktı. Ancak ‘güç ve merhametin’ düşmüş olması, Innur-da’nın bu dünyalardaki savaşları kaybetmesine neden oldu. İşte sonunda Innur-da ağladı... Güçsüz kalıp, merhamet gösteremediği şampiyonları için. Çünkü artık onlar Zulnarox’un askerleriydi.
Innur-da’nın gözyaşları kulelerin üzerine düştü ve Mavi Ateş’i söndürdü. Çünkü O, ateşin efendisiydi! Mavi Ateşin sönmesiyle Stainos’un mührü çözüldü ve Zulnarox’un kalelerindeki askerler serbest kaldı. Ancak bu askerler artık Innur-da’nın özelliklerini taşımıyordu. Çünkü karanlıkta kalmışlardı ve Zulnarox’un ibret heceleriyle onlarda değişime uğramışlardı. Çünkü Zulnarox, değişim ve zıtlığın efendisiydi!
İşte böylece Zulnarox, kalelerin ve orduların komutasını eline aldı. Göklerdeki ilk yenilmez ordularının efendisi oldu ve Pinhan’ın surları çok daha güçlü oldu.
Ancak Zulnarox’un ve Innur-da’nın görmediği ve bilmediği bir şey olmuştu. Mavi Ateş’in tamamı sönmemiş, bir zerresi yanar halde kalmıştı. Yanında da Innur-da’nın birkaç parça gözyaşı duruyordu.
Güç ve Bilgelik dolu o gözyaşları, Stainos tarafından bizzat Magni Thronum’un içinde saklandı. Gerektiğinde Innur-da’nın seçilmiş bir savaşçısı bu gözyaşları ile kutsansın diye. Son Mavi Ateş parçasıda yine Stainos tarafından zerreciklerine ayrıldı ve dünyalardaki yüksek karlı dağlara düşürüldü. Böylece Magni Thronum’dan çıkmış olacak ve artık dünyalarda bulunacaktı.
Mavi Ateşlerin düştüğünü gören Innur-da ve Zulnarox ise hiçbir şey diyemedi. Çünkü bu Stainos’un hükmüydü.
Yaratıcılar ve Gardiyanları
Magni Thronum Lideri ve Yaratıcı: Innur-da
Gücü, iradesi ve özelliği: Ateş ve Işık, Gelişim ve İlerleme, İyilik ve Cennet, Emir ve Düzen.
Onu simgeleyen şey: Bir eliyle yere değen kılıç, diğer eliyle de ateş tutan ve çevresine sıcaklık yayan altından ve gümüşten bir heykel.
Yüksek Kavramı: Gelişim ve ilerleme. Gelişim ve ilerlemenin en temel bileşenlerini oluşturuyor. Var oluşun en temel ihtiyaçlarını sağlıyor.
Sorunu: Sebep, sonucu haklı çıkarmaz. İyilik adına yapılan şeylerin sonucu hep iyi olamıyor.
Gardiyan Ignis
Gücü, iradesi ve özelliği: Ateş ve Gelişim Gardiyanı.
Onu simgeleyen şey: Yanan bir kılıç.
Kendine has deyişleri: -Ateş, hayatın ve gelişimin en önemli parçasıdır; Ki bunu bize bahşeden, varoluşun başından beri yanıyordu tükenmeyen bir güç misali. -Sadece yıkım değil; aynı zamanda yapımdır ateş. Karanlığın içinden yön gösterir yolunu arayanlara, çok uzaklarda olsa bile.
Gardiyan Auradus
Gücü, iradesi ve özelliği: Cesaret ve Emir Gardiyanı.
Onu simgeleyen şey: Beyaz parlayan altın bir mızrak.
Kendine has deyişleri: -Korkuyu yıkan cesaret, zorlukların kalbine saplanan bir mızrak gibidir. Asla engellenemez! -Cesaret, bilgelikle harmanlanmalı ama inançla kullanılmalıdır. İşte o vakit durdurulamayan bir güç haline gelir ve yayılır.
Gardiyan Lumen
Gücü, iradesi ve özelliği: Işık Gardiyanı.
Onu simgeleyen şey: Işık saçan bir savaşçı silueti.
Kendine has deyişleri: -Size, yönünüzü ve hedefinizi gösteren ışıktır; bundan kaçıp karanlığa sığınanları cezalandıran da. -Karanlığı bir kılıç gibi kesen ve umudu yayan ışık, bir kere parladı mı bir daha durmaz ve karanlığa ait olanları yok eder.
Gardiyan Tuana
Gücü, iradesi ve özelliği: Cennet ve Kutsama Gardiyanı.
Onu simgeleyen şey: Işık saçan geniş kanatlı bir kadın silueti.
Kendine has deyişleri: -Perdenin ardına geçtiğinizde; kanatlarımla sarılmış olacaksınız vakti geldiğinde. -Cennetin nuru gibidir bazen gözyaşlarınız; ve böylece nicesi, gözler ve duyar seni cennetten. Hatta kılavuz olur hak edenlerinize.
Magni Thronum Yüce Lideri ve Yaratıcı: Stainos
Gücü, iradesi ve özelliği: Gezegen ve Doğa, Bilgelik ve İlim, Adalet ve Denge, Hayat ve Bereket.
Onu simgeleyen şey: Direkt olarak kendisine ait bir simge yoktur ancak hizmetkârlarının simgeleri ile anılır.
Yüksek Kavramı: Adalet, koruma, yetiştirme ve yeşertme.
Sorunu: Denge adına, bazen müdahale edemiyor. Sadece izlemek zorunda kalabiliyor.
Gardiyan Liiya
Gücü, iradesi ve özelliği: Ay Gardiyanı.
Onu simgeleyen şey: Dünyaların çevresinde bulunan aylar. Beyaz gümüşten bir yay.
Kendine has deyişleri: -Gümüşten beyaz topraklarda yeşerttik ve yücelttik duygularınızı. -Gecenin içinde parlayan bir elmas gibi, karşı konulamaz ve durdurulamaz gümüş duygular... Bazen bir ok gibi, delip geçer o en sağlam zırhları.
Gardiyan Mare
Gücü, iradesi ve özelliği: Su Gardiyanı.
Onu simgeleyen şey: Temiz suyun aktığı beyaz mermerden sunaklar. Buzdan bir asa.
Kendine has deyişleri: -Toprağı yeşerten ve yine ona sınır koyan su; aynı zamanda sınırları yıkayıp geçen bir kapıdır eğer bilgeysen. -Hayatın, bereketin ve sağlığın özü olan su gibi şekil almayı öğrendiğinizde, berraklaşacak, uyumlanacak ve görebileceksiniz.
Gardiyan Arz-Sapizen
Gücü, iradesi ve özelliği: Bilgelik ve Zanaat Gardiyanı.
Onu simgeleyen şey: Bilgi dolu özel kütüphaneler. Üzerinde beyaz işlemeler bulunan siyah bir çekiç.
Kendine has deyişleri: -Bilgelik en büyük güçtür; elbette bunu bir zanaatkâr gibi işleyebilirsen. -Zanaatkârlıktır bir şeyi olduğundan çok öteye taşımak ve artık O'nu başka bir şey kılmak.
Gardiyan Terra
Gücü, iradesi ve özelliği: Doğa Gardiyanı.
Onu simgeleyen şey: Ağaç Ana. Gezegen toprakları.
Kendine has deyişleri: -Ben, gökte sizi gözleyenler adına, size toprağı yuva yapanım. Ve niceleriyle de çevreledim yuvalarınızı. -İnanın ki sizi koruyup besleyecektir toprak ana; eğer saygı duyar ve güzellikle işlerseniz. Çünkü ben, gördüğünüz ve dokunduğunuz her yeri kucaklayanım.
Gardiyan Aldarus
Gücü, iradesi ve özelliği: Adalet ve Denge Gardiyanı.
Onu simgeleyen şey: Üzerinde siyah işlemeler bulunan beyaz maden ile yapılmış terazi. Gök Kubbe çeliğinden bir çekiç.
Kendine has deyişleri: -Hayatın kendisidir dengeyi var eden. Ve dengenin tohumlarıdır çağıran adaleti. -Adalet ve Denge bir bütündür; ta ki aralarında kaldığın ana kadar. O vakit karar verirsin hangisi insaflı, hangisi insafsız.
Gardiyan Vita
Gücü, iradesi ve özelliği: Hayat ve Kan Gardiyanı.
Onu simgeleyen şey: Saf kan dolu bir çanak. Kan kırmızı bir asa.
Kendine has deyişleri: -Hayat, bir damlacık kanla başlar; doğumun ve ilk nefesin temelidir. Hayat, bir damlacık kanla biter; ölümün ve son nefesin temelidir. -Çok azınız ona susar, çoğunuz da onunla doyar. Kiminiz için kutsal, kiminiz içinse lanettir. Ancak unutmayın ki, o yaşamın başlangıcıdır.
Magni Thronum Lideri ve Yaratıcı: Zulnarox
Gücü, iradesi ve özelliği: Gökyüzü ve Karanlık, Arzu ve Gizem, Ölüm ve Yeraltı Dünyası, Lanet ve İnfaz.
Onu simgeleyen şey: İki elinde yere değen ve büyük bir kılıcı tutan, sivri kanatları arkadan öne doğru kendisini sarmış, siyah taş ve siyah gümüşten bir heykel.
Yüksek Kavramı: Değişim ve zıtlık. Hayatın ve yaşamın değerini anlatıyor. Değişim ve yıkım sayesinde, gelişim ve ilerlemenin etkisini arttırıyor.
Sorunu: Tek başına yetersiz kalıyor. Değiştirmek için önce bir şeylerin yapılmış olması lazım.
Gardiyan Letum
Gücü, iradesi ve özelliği: Ölüm ve Yeraltı Diyarları Gardiyanı.
Onu simgeleyen şey: Gri asaya benzer bir orak.
Kendine has deyişleri: -Ve perdenin ardına geçtiğinizde, ilk önce benim gözlerim görecek sizleri; ve karar vereceğiz okurken geçmişinizi. -Niceleri bekledi kurak topraklarda ve sonu olmayan taştan hollerde. Kimisi boyun eğdi, kimisi vakti dolunca gitti. Kimisi de daha beteri için Araf'a itildi.
Gardiyan Maledica
Gücü, iradesi ve özelliği: Lanet ve İntikam Gardiyanı.
Onu simgeleyen şey: Mor işlemeli siyah bir yay.
Kendine has deyişleri: -Öfkenin veya isyanın yansımasıdır Lanet; Ve bir yayın fırlattığı ok gibi, hedefine doğru gider şaşmadan. Ancak unutmayın, ok yaydan çıktıktan sonra durmaz asla. -Bazılarınız istemeden, bazılarınızsa isteyerek kullandınız bu gücü. Kiminiz için bir lütuf, kiminiz içinse bir haktı. Ancak sonuç, hepiniz için aynıydı özünde.
Gardiyan Yuferian
Gücü, iradesi ve özelliği: Cezalandırma ve İnfaz Gardiyanı.
Onu simgeleyen şey: Sivri uçlu yanan bir savaş çarkı.
Kendine has deyişleri: -En kudretlimiz bile cezalandırıldı. Sizleri hariç tutmayız… -En büyük pişmanlık, en büyük infaza döndüğü vakit anlarsın cezasını. Ve yine o vakit nerede olacağı bilinmez ruhun.
Gardiyan Nox
Gücü, iradesi ve özelliği: Gizem ve Karanlık Gardiyanı.
Onu simgeleyen şey: Siyah gümüşten çift hançer.
Kendine has deyişleri: -Gölgelerdir her şeyi daha güçlü kılan; böylece keşfedilir varoluşun derinlikleri. Karanlığın da ardında gizlenir varlığın idrak edemediği ebediyetin güçleri. -Ruhunuzda saklanan bir güçtür gizem. Olmasaydı anlamsız ve bir o kadar amaçsız olurdu her şey. Var olamazdı Aşk bile...
Quadhan’dan Alıntılar
Gladrus’un Quadhan’ı Dövüşü
İnanışa göre Quadhan yaratıldıktan sonra, demirci ocağında duran küre şeklindeki bir kor gibiymiş. Çelikten daha sağlam ama camdan daha saydammış. Gardiyan Terra ve Gardiyan Aldarus’un evladı olan ilk ejderha Gladrus gelmiş ve alevini üfleyerek, bir zanaatkâr gibi Quadhan’ı dövmeye başlamış. Daha sonra bir cam ustası gibi kutsal heceli nefesini üflemiş ve özenle işleyip şekillendirmeye başlamış. Her yerini bereketi ile kutsamış ve daha sonra Gardiyan Vita’nın ona hediyesi olan tohumları serpiştirmiş. İşte bu yüzden Quadhan, fiziken ve ruhen çok güçlüymüş.
Gladrus’un tam olarak ne zaman ve nerede doğduğu bilinmez ama vazifesini gerçekleştirdikten sonra özüne geri dönmüş ve yok olmuş. Çünkü Yaratıcıların emirleri bu şekildeymiş.
Gladrus elini Haddad Kıtasından çekip, özüne geri dönmeden önce son bir şey daha yapmış. Vita’nın ona verdiği tohumlara kendi zerreciklerini de katmış ve daha sonra Quadhan’dan uzaklaşmış. Böylece tohumlar kutsanmış ve Consagon’ların doğması için yeni bir süreç başlamış.
Consagon’ların görevi ise, Gladrus’un soyunu Alt varlıklar sayesinde sürdürmek ve dengenin savunucularını doğurtmakmış. Ne zaman bir Consagon insan siluetine bürünür ve bir kadın ile beraber olursa, doğacak çocuk bir Ejderha Doğan olurmuş. Consagon, çocuğun güvenli bir şekilde doğup büyüdüğünden emin olmak için gyruslarca (yıllarca) yanında durur ve daha sonra ortadan kaybolurmuş. İşte bu yüzden Ejderha Doğan’lar dünyanın ve dengenin koruyucularıymış. Yine bu inanışa göre, Ejderha Doğan’lar ve doğadaki ejderhalar aslen aynı soydan gelirmiş.
Bugün bilinen gerçek;
Ejderha Doğan’lar, ataları tarafından ruhlarına bahşedilen kutsal güçleri yaşları ilerledikçe fark eder, sırrını çözer, öğrenir ve kullanabilir hale gelirler. Dünyada, aynı dönemde en fazla altı tane Ejderha Doğan olur ve kim olduklarını fark ettikten sonra bahşedilen güçlere ulaşmak için içgüdüsel olarak harekete geçerler. Eğer aralarından biri göçüp giderse, bir sonraki için tohum atılır. Kanları da çok kıymetlidir.
Gladrus’un başka sırlar veya güçler bıraktığına da inanılmaktadır. Ejderhalar da bunun kanıtı olarak gösterilir.
Antik döneme ait bazı Ejderha Doğan isimleri bilinir: Lord Virturian Dra'Nura, Liathra, Qynax, Dirapilus, Erina ve Thuash.
Ejderhaların Gerçek Gücü
Günümüzde yaşayan, ejderha ve ejderler, bir bakıma Gladrus’un soyundan da gelmektedir. Sonuçta Pinhan, Yaratıcı Innur-da, Yaratıcı Stainos ve Yaratıcı Zulnarox tarafından yaratılmış, Gladrus’da Stainos ‘un Gardiyanları olan Terra ve Aldarus’dan gelmiştir. Vakti gelince de özüne geri dönmüş, dönerken de Quadhan üzerine bazı güçler, sırlar ve varisler bırakmıştır.
Bu ve benzeri bağlantılar nedeniyle, özellikle ederhaların ruhani güçleri çok yüksektir. Fiziksel ve mental olarak çok güçlü olmalarının ötesinde; bilgi, tarih ve ruhani oluşumlara çok önem verirler ve gerçek anlamda bunlardan beslenirler.
Çoğu söylenti veya inanış, ejderhaların kıymetli şeylere çok fazla önem verdiğinden, özellikle altın veya kıymetli taşlara olan arzusundan ve hassasiyetinden bahseder. Ancak bu çok yanlış bir bilgidir ve tamamen insanların kendi güç ve gösteriş hastalığından kaynaklanmaktadır.
Gerçek şudur ki, ejderhalar aslen bilgi, tarih ve ruhani oluşumların yoğun olduğu yerlerde, özellikle de antik yapıların çevresinde yaşarlar. Antik yapılar, yaşanmışlık ve enerji olarak diğer birçok yapıdan farklıdır. Bu yapılar geçmişin anılarıyla doludur. Büyük emekler ve uğraşlarla yapılmış, vakti zamanında da çoğunun korunması için sayısız ruh feda etmiştir.
Tamamı olmasa da terkedilmiş bütün antik yapılar uzun ve bir o kadar da yoğun bir geçmişe sahiptir. Bilginin ve yaşanmışlığın, büyünün ve enerjinin, antik güçlerin ve emanetlerin ve eşsiz bir harmoninin çevresinde olmak onları besler. Kendilerini daha huzurlu ve dingin hissederler. Bu aynı zamanda dengenin korunması içinde önlemdir. Çünkü antik yapıların içi sırlarla dolu olabilir ve bu sırlar herkes için değildir. ;İşte bütün bunlar sayesinde antik bir yapının çevresinde bir ejderha ile karşılaşmak olasıdır.
Elbette ejderhalar kıymetli şeylere önem verirler. Bu onlar için güç ve gösterişin simgesidir. Ancak gerçek bilinenin ötesindedir.
Kendisi istediği sürece, bir ejderha ile iletişim sağlamak mümkündür. Başta Duuru olmak üzere, birçok lisanı bilir ve kendine has sesiyle konuşabilir. Ancak soylarından gelen ejderler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Ejderler çok daha vahşidir ve hayvan sınıfına girerler. Ejderha ve ejder, yapım ve yıkım gibi, dengenin her iki yönü gibidirler.
Ejderhalar çok güçlü olmalarına rağmen, genel olarak agresif bir yapıya sahip değildir. Ancak bu, yıkım yaratacak düzeyde bir güce sahip olmadıkları anlamına da gelmez. Tarihte ejderhaların yarattığı yıkımlar defalarca yaşanmış ancak nedenini kendilerine sormak pek mümkün olmamıştır.
Neredeyse hepsi büyüye bağışıktır. Büyünün yarattığı etki onlara işlemez. Birçok hastalığa da bağışıklıkları vardır. Genel olarak alev saçarlar ve bu özellikleri çok güçlü antik büyüler gibidir. Bunun, yaratılışın ilk aşamalarından gelen bir güç olduğuna inanılır.
Fiziksel olarak taze et ile beslenirler. Çiftleşerek ürerler ve döllenen dişi ortalama 1 Gyrus sonra yumurtlar. Rahminde yavrusunu taşıyan veya henüz yumurtlamış olan dişiler, korumacı ve agresif bir ruh hali sergileyebilirler.
Normal şartlarda ortalama 600 ila 1000 Gyrus (Yıl) yaşarlar. Doğumdan sonraki ilk 1 Gyrus yumurta, 9 Gyrus bebeklik, sonraki 90 Gyrus gençlik, sonraki 400 Gyrus yetişkinlik, daha sonrası erginlik yaşlarıdır. Yaşından dolayı ömrünün sonuna gelen bir ejderha, hiç beklenmedik bir vakitte bilinmez bir istikamete doğru yola çıkar ve gözden kaybolur. Bir ejderhanın cansız bedeni veya iskeletleri çok ama çok nadiren karşılaşılabilir.
Bilinen ejderhaların isimleri ve yakınlık dereceleri
Sayıları tam olarak bilinmese de insanlarla iletişime geçmiş veya kendini göstermiş olanlar hakkında bazı ek bilgiler de mevcuttur. Doğalarından gelen güçlü yapılarının haricinde tespit edilmiş farklı güçleri de vardır.
Ebren (Evren) (K): Bilinen en yaşlı, en bilge ve en çok tecrübe sahibi ejderhadır. Boyu ve cüssesi bilinmez. Kendisinin beyaz, alevinin altın rengi olduğu, Quadhan’ın batı tarafından yaşadığı söylenir. Reliqua’nın Batı Adalarında görüşmüşlüğü vardır. Diğer ejderhalar ile olan yakınlık derecesi bilinmez.
Nymphelon (K): Orta yaşta, bilge ve sezileri güçlü bir ejderhadır. Boyu ve cüssesi ortalamadır. Açık gri ve mavi renktedir. Kuzey bölgelerde yaşar. Altargon’un eşidir.
Altargon (E): Orta yaşta, güçlü bir ejderhadır. Boyu ve cüssesi ortalamadan biraz daha fazladır. Açık sarı ve siyah renktedir. Kuzey bölgelerde yaşar. Nymphelon’un eşidir.
Luu (K): Orta yaş üzeri, sezileri çok güçlü bir ejderhadır. Boyu ve cüssesi ortalamadan biraz daha fazladır. Açık yeşil ve koyu yeşil renktedir. Reliqua’nın ortasında yaşar.
Nek (E): Genç yaşta, güçlü bir ejderhadır. Boyu ve cüssesi ortalamadır. Siyah renktedir. Reliqua’nın ortasında yaşar.
Alsama (K): Genç yaşta, bilge bir ejderhadır. Boyu ve cüssesi ortalamadan küçüktür. Açık gümüş ve açık mavi renktedir. Güneydoğu bölgelerde yaşar.
Ihtanar (K): Orta yaşta, bilge ve güçlü güçlü bir ejderhadır. Boyu ve cüssesi ortalamadır. Açık gri ve yeşil renktedir. Güneybatı bölgelerde yaşar.
Tarkan (E): Orta yaşta, güçlü bir ejderhadır. Boyu ve cüssesi ortalamadır. Gri ve siyah renktedir. Kuzeydoğu bölgelerde yaşar. Battal’ın kardeşidir.
Battal (E): Orta yaşta, güçlü bir ejderhadır. Boyu ve cüssesi ortalamadan biraz daha fazladır. Kırmızı ve siyah renktedir. Doğu bölgelerde yaşar. Tarkan’ın kardeşidir.
Celia
Rivayete göre Gardiyan Mare, Tera’da yaşayan ve ağırlıklı olarak Tuuju ırkından olan nadir insanlara bir hediye bahşetmiştir. Bu kişiler ‘Celia’ olarak bilinirler.
Celia’ların vazifesi; doğadaki bir takım bitki, mineral ve su aracılığı ile kendilerine aktarılan bilgileri, yardım isteyen kişilere iletmektir. Celia’ların doğrudan bir görü yetenekleri yoktur. Görü sahibi olabilmeleri için mutlaka doğadan destek almaları gerekir.
Celia’lar sadece kendisine danışan ve izin veren insanların üzerinde bu yeteneklerini gösterebilirler. Bahşedilen bu yetenek nadir olsa da birçok büyük şehirde bulundukları bilinmektedir. Sayıları ise tam olarak bilinmemektedir.
Güçlü birer yorumcudurlar. Tek başına görü sahibi olmak Celia mertebesinde olmak için yeterli değildir. Görüleri yorumlamak, Celia olabilmenin en temel gerekliliğidir.
Celia’lar kendilerini asla gizlemezler. Gardiyan Mare’nin bahşettiği bu hediyeyi insanlara yardım etmek için kullanırlar. Büyücü veya kâhin değillerdir. Görüleri zihinsel değil, daha çok imgesel çıkarımlara bağlı olarak gelişmektedir.
Quadhan’da, Celia’ların yaptıkları ‘Fal Bakma’ ritüeli olarak isimlendirilmiştir.
Celia’ların üç farklı sınıfı vardır. Her Celia ilk mertebesinde demlenmiş kahve ile görülerini yorumlamaya başlarlar. Zamanla görü ve yorum yetenekleri geliştiğinde, ikinci mertebeye geçerler. İkinci mertebede ise demlenmiş Ata yaprağı ile görü yorumlaması yaparlar. Son mertebe ise en üst mertebedir ve herhangi bir bitkiye ihtiyaç duymaksızın duru su ile görü yorumlaması yaparlar.
Celia’ların net bir ücreti veya tarifesi yoktur. Görüştüğü kişinin inisiyatifine bağlı olarak bir ödeme alırlar.
Demlenmiş kahve ile görü yorumlama
Kavrulmuş kahve çekirdeklerinin toz haline getirilerek, bir miktar su ile kaynatılmasından elde edilmektedir. Demlenmiş kahve içildikten sonra, bardağın dibinde kahvenin telvesi kalır. Celia’ya başvuran kişi demlenmiş kahvesini içtikten sonra bardağını ters çevirir ve kahvenin kalan telvesini soğumaya bırakır. Bir süre sonra bardak açılır ve içindeki soğumuş telvenin aldığı şekiller Celia tarafından yorumlanır.
Ata yaprağı ile görü yorumlama
Hiç işlenmemiş ve önceden kurutulmuş Ata yaprağı bitkisi, bir miktar su ile kaynatılmaya bırakılır. Ata yaprağı bitkisi kaynamaya başladığı anda bir miktar Ventum tozu serpiştirilir ve hemen ateşten alınır. Ventum tozu ısıyla buluştuğunda jel kıvamını alır ve bu sırada su yüzüne çıkan Ata yaprağının üzerini kaplamaya başlar. Su soğuduğunda Ventum tozu da katılaşır ve Ata yaprağının aldığı şekli sabitleştirir. Ata yaprağı bitkisinin, kaynadıktan sonraki hali bu şekilde mühürlenmiş olur ve Celia buradaki görülenler yorumlanır.
Duru su ile görü yorumlama
Herhangi bir bitki veya minerale ihtiyaç duymayan Yüksek Celia’lar, serin saf su ile, kaynatılmaya ya da ısıtılmaya gerek duyulmaksızın görü yorumlaması yaparlar. Suda herhangi bir şekil olmadığından bu mertebedeki Celia’lar tamamen hisleri ve karşısındakinin enerjisel akımından destek alarak görülerini yorumlarlar.
Kahinler
Bilgi kaynağı net olmayan, gizemli bilgileri veya kendilerine iletilen bilgileri insanlara aktaran kişilere ‘Kâhin’ denilir.
Kahinlerin vazifesi, kendilerine aktarılan bilgileri layık olan kişilere iletmektir. Haricen kahinlerin de kendilerine has görü yetenekleri ve tavsiye niteliğinde deyişleri vardır. Kendisine aktarılanlar ile kendi görüsü arasında ciddi bir fark bulunur. Kime, hangisini aktarması gerektiğini çok iyi bilirler.
Bilgileri bazen sözlü bazen de düşsel olarak iletebilirler. Kahinlerin kimler olduğu herkes tarafından bilinmez. Kendilerini açıklamayı tercih etmezler, sadece öğrenmesi gereken kişilerle iletişime geçerler.
Kahinler kehanetleri dillendirendir. Bazı kehanetler gerçekleşirken de orada bulunabilirler. Her şey gerçekleştikten sonra kendilerini bir şekilde gösterip, göz açıp kapayıncaya kadar ki bir süre zarfında ortadan tekrar kaybolabilirler.
Her bir kâhinin en az bir tane yardımcısı vardır ve bu kişiler ‘Mavura’ olarak isimlendirilir. Kâhin ve Mavura, kadersel olarak bir araya gelir.
Dünyada yaşayan 18 Kâhin vardır. Bu sayı ne artar ne de azalır. Bir kâhinin bu dünyadaki göçünden sonra onun yerini tamamlayacak yeni bir kâhin doğar. Böylece sayı daima korunur. Kahinlerin, bu dünyadan göçlerin veya gelişlerinin tesadüf olmadığına inanılır. Kaderin bekçileri her daim olayları gözetler.
Kahinler kendilerine bahşedilen elementleri kullanırlar.
Her bir elementi kullanan en fazla üç kâhin var olabilir. 3x6 şeklinde dağılım yapılmıştır: Ateş - Su - Hava - Doğa - Işık – Karanlık
Kahinler büyücü değildir ve elementlere hükmedemezler. Sadece elementlerden güç alırlar. Ancak her halükârda üç Yaratıcıya birden bağlıdırlar.
Bir kâhin, sadece kendisine bahşedilen element üzerinden güç alır ve aynı elementten güç alan diğer iki kahinle bu şekilde iletişime geçebilir. Bu Elementle iletişim, basit bir ritüel ile gerçekleşir. Bahşedilen element değişmez, değiştirilemez ve diğer elementlerden güç alan kahinlerle iletişime geçemezler.
Ağlayan Irmak ve Düşçü
Çölün güneydoğu ucundaki dağlık ve kayalık bölgede, kurumuş bir ırmağa ve devamında da şelaleye benzeyen bir uçurumdan, bir kadının ağlama sesleri geldiği söylenir.
Çöl halkının inanışına göre, bir kadının genç yaşından beri bazı görü veya duyu yetenekleri varmış. Diğer insanların görmediği kişileri rüyalarında veya kâbuslarında görürmüş.
Bu kadının ilk Düşçü olduğu, bu sayede de diğer insanların göremediklerini görebilme, duyamadıklarını duyabilme ve hayal edemediklerini hayal edebilme yeteneği olduğu söylenirmiş. Bu yetisinden dolayı zor zamanlar yaşayan kadın, gittiği her yerleşim bölgesinden kovulmuş ve en sonunda çölün uçsuz bucaksız boşluğunda yalnız kalmış.
Yurtsuz ve kimsesiz kalan kadın, her gece gördüğü bir adamın ruhunu takip ederek çölün güneydoğu ucundaki tepelik bir bölgeye bitap düşmüş bir halde varmış. Taşlıkların bir yol gibi vardığı uçurum benzeri bir yerde, kendisi yukarda, adamın ruhu aşağıda konuşmaya başlamışlar.
Kadın adama, adam da kadına âşık olmuş. Ancak kadın fiziksel, adam ise ruhani bir formdaymış ve kavuşamıyorlarmış. İkisi birden kavuşabilmek adına Yaratıcılara dua edince, kadının bulunduğu yerin berisinden bir anda bir ırmak akmaya başlamış. Hemen ardından daha coşkun bir hal alıp, kadını uçurumdan aşağıya itmiş.
Kadın düşerken hem sevinçten hem de korkudan ağlıyormuş ki, birkaç saniye sonra kayalara çarpıp ölmüş. İşte bu sayede âşık olduğu adama kavuşabilmiş.
Çok sevdiği eşlerini kaybeden kadınların da bu uçuruma gelip, intihar ettikleri söylenir, ancak bugüne kadar yere çakılmış herhangi bir beden, eşya veya arda kalan iskelet görülmemiş.
İlk Düşçü kadının ölmesiyle, Ulvi varlıklar tarafında ‘Düşçü’ yeteneği bütün insanlardan geri alınmış ve çok uzun bir zaman sonra nadir insanlara tekrar verilmeye başlanmış.
(Bugün var olduğuna inanılan Düşçülerin, sadece öldükten sonra bu yeteneğe kavuşan ve sevdiklerini korumak için Al Nare’ye hemen yükselmeyip bir süre Araf’ta kalmayı tercih eden kişiler olduğuna inanılır. Rüyalar veya kâbuslar yolu ile sevdiklerine ulaşabildiklerine, onları uyarabildiklerine ve sevdikleri kişilerin hayatlarında huzuru bulma yoluna girene kadar Al Nare’ye gitmeyi kabul etmedikleri söylenir.
Düşçülerin, kâhinlerle bağlantısı olduğuna ve bir şekilde birbirleriyle iletişim kurabildiklerine de inanılır.
Günümüze Ağlayan Irmak’ın olduğu bölge, aynı zamanda yerle bir olmuş antik çöl yapılarının en yoğun görülmeye başladığı, ürkütücü bir bölgenin sınırında bulunur. Kimse bundan öteye geçmeyi tercih etmez.)